27 Aralık 2010 Pazartesi

yoğun ve yorgun geçen bir "gün"ün ardından.


daha önceleri de bir blogum vardı."yemek" temalı,ama herşeyden yazıyordum,bilenler bilir..O sıra Bakü'de yaşıyorduk ve yazacak o kadar çok vaktim vardı ki...başlarda iyiydi,yatarken yarın blog için ne yapsam diye düşünerek yatıyordum o kadar yani:))ama sonraları türk çevrem genişledi,baküyü sevdim,öğrendim,kendi kendime dolaşır,dönüşte de evi bulur hale geldim filan derken blogu salladım.bir de yemek temalı oldugu için,yazacak birşeyin olsa bile yeni tarif eklemediğim için yazmak istemiyordum....


neyse aradan biraz geçti yeniden yazma isteği uyandı bende.
bugün de tarif ekleyesim var:))
yok yok öyle değilde..
bugün şu kadınların klasik "gün"leri olur ya,o bendeydi...aman allahım tam bir manyaklık başka birşey değil.hep uzak durmuşumdur bu kadınları kısır döngüye alan,sıradanlaştıran şeylerden.ama malum işin içine kayınvalide,kocanın akrabaları girince..birşey diyemedim,hadi bende gireyim dedim.demez olaydım:))3 gün 3 gece hazırlandık,sonuç:yendi,içildi,gidildi...şu saat itibariyle ev yeniden yaşanacak hale geldi şükür:))


benim manyakça huylarım vardır,onlar yüzünden hep koştura koştura hazırlanırım.bu seferde öyle oldu.en son allığımı sürerken misafirler geldiler:))
neyse sağ salim atlattık.
bende bugün bir kere daha teyit ettim ki,çocukluysan güne müne girmeyeceksin kardeşim.giriyorsan dışarda yemek olan günlere gireceksin,çocugu da annene bırakacaksın:))


ikramlarda,illa sıcak servis olacak birşey hazırlamayacaksın,bayatlamayan poğaça,üçbinyıl dışarda dursa çürümeyecek kurabiye,akşamdan yapılabilecek en kolay sütlü tatlıyı felan seçeceksin,yoksa benim gibi kan ter içinde kalırsın...


çocuklar için kilidi olan bomboş bir oda ayarlayacaksın,istedikleri gibi delirsinler,üstlerine kilitleyip rahat rahat çayını içeceksin.yoksa benim gibi beyaz koltuktan yukarda gördüğünüz kurabiyenin çikolatalarını silmek zorunda kalırsın...


neyse işte bu böyle sürer gider... yorgun olan ben,uyumaya gider...

25 Aralık 2010 Cumartesi

Arabesk günler



söylemedi.
söyleyemedi belki de.
öylece izledi.
buruk bir gülümsemeyle.
ama öyle hissettim ki hüznünü...
amcası pespembe kocaman bir çadır almış ebruya.
delirdi,çıldırdı resmen.
o mutluydu.
ama skype'deki babası pek değildi.
öyle buruk bir gülümsemeyle izledi ki kızını,kendi yaşadığım zorlukları unuttum bir an..tek başıma herşeyle uğraşıyor olmaktan,sinirlerimin harab olmasından,babasına kızmasın diye hep babasını anlatarak,katarak hayata,kendimce bir çare üretmiştim.aman psikolojisi çok etkilenmesin diye elimden geldiğimce ebruya babasının eksikliğini hissettirmiyordum...


peki bizi kim düşünecekti?uzakta olan babayı,yorgun düşmüş anneyi?


kilometrelerce uzaktan sadece izleyebildi.
ve öyle dokundu ki bana...
belki de sadece ben bu kadar özlem doluyken öyle algıladım..
oysa ne küçük bir an değil mi?
kızın alınan bir hediyeye seviniyor sadece.
çalışan annelerin çokça yaşadığı bir durum aslında.ilk adımlarını,ilk dişini,ilk altına kaçırdıgı anı görememek...(gerçi tuvalet eğitiminde çokça kaçırmalar oldugu için ilkini görmese nolur:)))
ya da boşanmış anne-baba'nın çocukları.
durumu idare eden taraf olmak..
zor.
vesselam,babasından uzakta çocuk büyütmek zor iş canlar,çok zor..

24 Aralık 2010 Cuma

Bıktım artık bu uzatmalardan...




sevgili blogcum;
aşk-ı memnu bittiğinden beridir bende bir hastalık vücut buldu.Hiçbir diziyi kanal değiştirmeden izleyemiyorum.kendimin bu hallerinden ürkerek,akla hayale gelmeyecek şeyleri sorabildiğimiz ya da birilerine sorarsak tırlatmış bu diye cevap alacagımız için hemenkoştum gogıl amcaya.

teşhisi koydu:zapping hastalığı:)
ne doktorlara gittim,ne ilaçlar içtim.sonuç:tık yok.

sonra bu kadar kendime takmıyım,belki popüler dizilerde takılacak noktalar vardır dedim.

sırayla başlayım:
pazartesi :yer gök aşk denen dizi fena sayılmaz.ama tabii bir konuyu 90 dakika ya sığdırmak için uzatmak zorunda olursaaaannn o ayrı.ne yapacak senarist?herkes birbirini yanlış anlayacak,finalde doğrular ortaya çıkacak.pekiii dizi bir adım ilerlemiş olacak mı?hayır.Yani altın gününde sorsalar nooldu dizide diye,herşey aynı.

salı:öyle bir geçer zaman ki dizisi ki sezonun başında güzel olabilirmi acaba dedim demez olaydım.her bölümde yavaşlatılmış ağlama sahneleri,kardeşlerin her bölümde arıza çıkaran meteye meteeeeee diye bağırarak ardından koşturmaları,v.b.senarist naapsın?uzatacak da uzatacak,eli mahkum.uzatıncada böyle anlamsız sahneler,ağır aksak işler çıkıyor ortaya.

çarşamba:kötürüm kalan Ali rızanın cenazesini izlemek ve tümüyle yaprak dökümü dizisini unutmak için son kez izlenebilir.fena sayılmaz.

perşembe:çok iyi oyuncu denen(ki sadece kaşını çatmasıyla oyuncu olmuş yegane insandır kendileri)Necati Şaşmaz'a katlanmak adına bir iki güzel söz çıkarmak maksadıyla yani ömer babanın hatrına belki  izlenebilir.

cuma:hanımın çiftliği oldu mu sana entrika çiftliği.Rahmetli muzaffer mezarında ters döndü kimbilir?

birde "güzel bir senaryo nasıl kötü çekilir" konusunda oskar heykelciğini alacak tek dizi:Lale devri.ne öğrendik peki?emina türkcan gibi selvi boyun olsada kocaaa ağzınla,tvde tutunamıyorsun.

unutulmaz diye de bir dizi onu unutmamak lazım.İki kardeş aynı adama mı aşıklar tam çözemedim olayı bir türlü.ama başladıgı günden bu yana hep ağlıyorlar,benim bile içim burkuldu.yazık.

7 sezondur bayıla bayıla izlediğim,her bölümünde kurgusuna hayran kaldıgım,hem gülümseten,hem hayatı sorgulatan,hem hüzünlendiren,kısa süresiyle insanı sıkmayan,boğmayan,ne diyecekse sadetten anlatan tek dizim var.maalesef o da bir amerikan dizisi.DESPERATE HOUSEWİFES.
tavsiye edilir.

dipnot:bu yazı,gazete okudugum dizi çalışanlarının 90 dakikaya karşı sette eylem yapacaklarına dair habere değinmek amacıyla yazılmıştır, bu kadar diziyi elbette oturup baştan sona izlemiyorum.

mmm...



nefis bir şarkı olur mu?
nefis bir yemek,pasta,çorba...
bu şarkı için söyleyebileceğim şeyler içinde ama,nefissss bir şarkı...
bu hafif güneşli-soğuk Ankara havasına uygun...
dinleyelim,güzelleşelim :-)

23 Aralık 2010 Perşembe

bende bir zamanlar





evet sevgili blog
bende bir zamanlar 47 kiloydum.(sene 2004)
ve hiç aklıma gelmezdi.
böyle spor yapanlara,diyet yapanlara anlam veremezdim.millet kiloyla,formda kalmayla kafayı yemiş derdim.neden?çünkü ne yersem yiyeyim 36 bedenin içinde kaybolurdum...
hep öyle olacak zannederdim.
ta ki kızımı doğuruncaya dek..nasreddin hocanın damdan düşen getirin bana demesi gibi,bir anda kendimi zayıflamak isteyen insanlar(çoğunluğu kadınlar olmak üzere) grubunun içinde buldum.
neyse zayıfladım.doğum öncesi kiloma indim.
ama o kadar sarkık bir karnım vardı ki en sonunda plates yapmaya başladım...ekranda püf püf nefes vermeleriyle dalga geçtiğim,acıyı seviyoruz diye konuştuklarında kahkahalar attığım,pozitif düşünün,kendinizi arındırın dediklerinde son moda plates daha ne bulacaklar dediğim platesi yaptım evet...
istediğim kıvama geldim.
ama o "kendini beğenmeme" duygusunu en derinden yaşadım.

neyse demem o ki,sizde bir zamanlar "güzel" olabilirsiniz.
bir zamanlar "genç"
bir zamanlar "zengin"
bir zamanlar "mutlu"
bir zamanlar "aşık"
...
...
...
sürer gider...
karşınızdaki anlamanız için,mutlaka başınıza onun yaşadığı olayın/durumun aynısının gelmesi gerekmez...

ve siz;şu anda aşık,mutlu,zayıf,genç,işi olan okurlar.

sizin de bir zamanlar böyleydim demeyeceğinizin garantisi yok...
arada birilerinin hatırlatmasında da fayda var;)

19 Aralık 2010 Pazar

Tam da Bugün...





hep aynı başlıyor...
bitiyor...
ve iki kişiden biri vazgeçiyor
ve biri hep daha çok seviyor...


güzel şarkı...
kac kez dinledim bu şarkıyı acaba...
bizim durumumuzdan çok farklı oysa,ama yinede kalbimin ince yerlerine dokundu,çizik attı nedense..
oysa biz seninle,
uzak kentlerdeyiz...
öyle az uz mesafelerde değil üstelik...
evet haberleşiyoruz,görüşüyoruz..ama sonuç:yalnızız...
herkes kendi dünyasında...
yinede sevgilim;
çok uzakta olsa,birinin sıcaklığını hissetmek zor değil inan...
tenini,kahkahasını duyumsamak...

işte bu pazar günümü ısıtan,senin sıcaklığını hala yüzümde hissediyor olmamdır...

17 Aralık 2010 Cuma

beklentiler...




bir belirsizlik halidir gidiyor..
kazakistana gidilecekmi?türkiyede kalınacak mı?
gidersem şöyle şöyle yaparım...
kalırsam çok zor olur felan..
düşünceler içinde kıvranıyorum..
üstelik bu yalnızlık işine de alıştım iyimi..
akşamları bir sigarayla..bakalım sevgili blog..ebrunun 3 yaş doğum gününü alamaata'da mı kutlayacagız..yoksa babasız bir kutlama mı yapacagız..
zaman..
istiyor herşey...
bekleyelim bizde,en iyi bildiğimiz şeyi...

8 Kasım 2010 Pazartesi

unutmuşum meğer







bu blog işini bırakalı oldu birkaç zaman.yeniden başlamak zormuş,unutmuşum herşeyi.
gece gece tema aradım durdum.
"iyi" görünmesini istiyordum belli ki blogun.oysa kime ve neye göre?üstelik neden kendini beğendirmek gibi bir derdi olsun blogun...
tamamen kişisel aslında olay anlaşıldıgı üzre...
yeni deftere başlıyorum ya,ataçda kullancam yakında:))
neyse sevgili blog,yakın zamanda(şu seni adam etme işleri biter bitmez) uzuuunnn uzunnnnn yazarım benim evde hangi oda eksik...
kal sağlıcakla...

31 Ekim 2010 Pazar

eksik birşey var...

.

.

.

.

.

uzun zamandır aklımdaydı cümleler..

sıralarını bekliyorlardı belki de...

yeniden başlamak hep heyecan verir...

yeni bir güne uyanmak gibi,yeni bir deftere yazmak gibi..bu sefer düzgün yazacağım,tertipli tutacagım dersin kendi kendine..4-5. sayfadan itibaren başlar silmeler,karalamalar...bilmene rağmen,sana rağmen,bir deftere başlarken bu sefer diye söz verirsin kendine...sonra kendi kaderini kendisi çizer zaten...

bakalım bu blogun kaderi ne olacak:)))